Makale
Devlet ve Adalet’in Değişen Doğasının Değişmez Olanla İrtibatı Üzerine-3
Dışsal olan: Ä°nsan kendi başına (kendi başına olmama cihetini dikkate almaksızın) toplumsal anlamda düzen oluÅŸturamaz. Fakat modern dönemde insanın kendi başına olma cihetini radikalleÅŸtirerek kurduÄŸu toplumsal yapılar söz konusudur. Bizim ileri sürdüğümüz görüş muvacehesinde modern toplumların mevcudiyeti açıklanmamış kalıyor. Bunun böyle olmadığını düşünüyor ve savunduÄŸumuzun görüşün modern toplumların nasıl ortaya çıktığını da açıkladığı kanaatindeyiz. Nasıl? Ä°nsan sadece kendi başına olma cihetini dikkate alarak toplum kurduÄŸu dünyaya Tanrı’nın müdahalede bulunmasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Fakat vahiy bize Tanrı’nın dünyaya/tarihe müdahalede bulunduÄŸunu bildirmektedir. Tanrı bunu, vahyin dilini kullanmış olursak, gönderdiÄŸi peygamberlerin/elçilerin eylem ve edimleriyle yapmaktadır. Dolayısıyla vahyin bildirdiÄŸi bu olgunun, aslında insanın kendi başına olduÄŸu cihetiyle toplum kuramayacağı baÅŸka bir ifadeyle devlet de kuramayacağı, devlet söz konusu olduÄŸu zaman en önemli kavram olan adalet’i gerçekleÅŸtiremeyeceÄŸi anlamına geliyor. Vahyin çizdiÄŸi tabloyu doÄŸrulayan tarihsel verilere de sahibiz. Eski dönemlerde, ilk toplumların ortaya çıkışını analiz ettiÄŸimiz zaman, meÅŸruluk zemininin hep dünyanın ötesinde, tanrılar âleminde olduÄŸunu görüyoruz. Bu durumun en güzel açıklamasını Marcel Gauchet’in Yurttaşını Arayan Demokrasi eserinde bulmaktayız.
Marcel Gauchet’e göre –ki meseleyi teolojik perspektiften ele almıyor ama ironik bir ÅŸekilde bizim tezlerimizi destekler görüşler ileri sürüyor- insan kendi başına hareket ederek, kendine dayanarak hiçbir zaman diÄŸer insanlara hükmedemez, dahası insanlar kendi baÅŸlarına tamamen içsel koÅŸullara referans vererek bir araya gelemezler. Marcel Gauchet’e göre insanları bir araya toplayan ve toplum kurmalarına vesile olacak dışsal etkenler olmaksızın hiçbir toplum veya devlet kurulamaz. Marcel Gauchet meseleye teolojik açıdan yaklaÅŸmadığı için ona göre bu dışsal etkenlerin ontolojik olarak var mı yok mu olduÄŸu pek ehemmiyet arz etmiyor. Ona göre esas olan böyle bir “yalan”ın mutlak doÄŸru kabul edilmesidir. Bu fenomen sekülerliÄŸin ortaya çıkması ve meÅŸruluk kazanma sürecini de vuzuha kavuÅŸturuyor. Zira seküler dönemde, insanlar ilkel dönemde dışsal olan etkenlerin insanlara içkin olduÄŸunu ama böyle etkenlerin var olduÄŸuna inandırıldılar. Dolayısıyla mahiyet itibariyle deÄŸiÅŸen bir durum söz konusu deÄŸil, deÄŸiÅŸsen sadece adlandırmayla ilgilidir, yoksa inanılan nesne aynı kalmaktadır. Seküler sahnede de insan kendi başına toplum kuramaz, “ilkel” yalanı yeniden devreye sokmak zorundadır.
Toplumun ve devletin meşruiyet kaynağı ilkel insanlardan bir sonraki aşamada Tanrıyı/tanrıları temsil eden dolayısıyla öte dünyanın temsilcisi olarak hükümdar figürü ön plana çıkmaktadır. Öte dünyayla irtibatı iptal eden kendine yeten cihetiyle insan, meşruluk kaynağını bu kez topluma içselleştirmekle birlikte yine meşruluğun kendinde olmadığını kabul etmiş olur. Yani kendi başına olma cihetiyle insan tıpkı ilkel/ilk döneminde olduğu gibi toplumun ve devletin meşruluk kaynağını kendi dışına atmaktadır. Görünürde her ne kadar meşruluğun kaynağı bizzat insanın kendisi görünmüş olsa da toplumsallığı içkin olan etkenlere (hiçbir şekilde de rasyonel şekilde açıklanamayan) referansla modern insan düzen kurmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz üzere, insanın toplumsallaşması aslında onun kendi başına olma cihetiyle mevcudiyetini sürdüremeyeceği anlamına geliyor. İnsan, toplumsallaşması sayesinde büyük Ötekisi olanla kurduğu içsel bağın yokluğunu gidermiş oluyor.
Adalet: AraÅŸtırmamızın özünü oluÅŸturan sorunun kilit taşı adalet kavramıdır. Kendi başına olan insanın adaletin, adil olanın ne olduÄŸunu bilmesine imkân var mıdır? Yukarıda anlattıklarımızdan yola çıkarsak kendi başına olan cihetiyle hareket eden insanın böyle bir imkânı yoktur. Zira kendi başına olma cihetini radikalleÅŸtiren insanın adil düzen kurma adına adaletsiz bir düzen kurduÄŸu göz önündedir. Adil düzen adına kurulan sahnenin etik açısından kötü, estetik açıdan çirkin, ontolojik açıdan inotantik olduÄŸunu dikkate alırsak, kendi başına olan haliyle insanın adaletin ne olduÄŸunu idrak etmesinin imkânı yoktur. Tanrı’nın dünyaya/tarihe müdahale etmesi sonucunda insan, adil olanın ne olduÄŸunun bilincine varabilme imkânı elde ediyor. Zira bu müdahale sayesinde, insan kendi başına olmadığını yeniden idrak ediyor ve kendi başına olan cihetine “çeki-düzen” verme imkânı ortaya çıkıyor. Buradan, Tanrı’nın dünyaya/tarihe müdahale etmesinin zorunlu sonucu olarak insanın kendisine çeki-düzen vereceÄŸi ve yeryüzünde ideal toplumu, devleti kuracağı sonucu çıkmaz. Müdahale olgusu, insanın önüne sunulmuÅŸ varoluÅŸsal ve epistemolojik bir imkân’dır. Bu imkânın bilincine varılması, kabul veya reddedilmesi ve gerçekleÅŸtirilmesi, insanın kendi iradesine baÄŸlıdır. Ä°nsan böyle bir imkân yokmuÅŸ gibi hayatına devam edebilir, bu o imkânın varoluÅŸsal anlamda “yokluÄŸu”, epistemolojik anlamda “geçersizliÄŸi” olduÄŸu anlamına gelmez.
Adalet kavramı, adaletin tanımı insanın kendi başına olma veya olmama cihetlerinden birinin tarihsel süreçte ön plana çıkarılmasına mütevellit deÄŸiÅŸiklik arz etmeye baÅŸlar. Ä°nsanın kendi başına olmama durumunun radikalleÅŸtirildiÄŸi dönem olan mitik evrede ve insanın kendi başına olma durumunun keÅŸfedilmeye baÅŸladığı dönemde adalet kavramının ve bizatihi adaletin ne olduÄŸunun nasıl anlaşıldığını irdelememiz gerektiÄŸini düşünüyoruz. Ä°rdelememize baÅŸlamadan önce, insanın kendi başına olma ve olmama cihetlerinin ne ilkinin ne de ikincisinin ön plana çıkartılmasını doÄŸru bulmuyor ve her iki cihetin beraber yürümesi gerektiÄŸi –yeryüzünde hayat söz konusu olduÄŸu zaman- görüşündeyiz. Dolayısıyla mitik evrede insanın kendi başına olmama cihetinin ön plana çıkartılması ve radikalleÅŸtirilmesinin tıpkı paralelindeki diÄŸer radikalleÅŸtirme kadar zararlı ve yanlış olduÄŸunu söyleyebiliriz.
Henüz yorum yapılmamış.